Yazabildiğim Günlere

Yazamıyorum.. Elleri yavaşlamış hokkabaz gibiyim . Şapka yine boş.Elime yüzüme bulaştırmaktan başka yaptığım bir şey yok. Kafamın bir çok yere yetip bölünmesi gerektiğinden ,yazamadığım seçeneği sadece bir bahane geliyor bana.İnsan kayıpları ve bir çok duygu bana yazmak için konu ve duygu vermesi gerekirken , parmaklarım yerine beynim uyuşuyor tutamıyorum düşünceleri . Kafesinde kalmış kuş gibi kanatlarımı açıyorum ama uçmak için bir yer bulamıyorum ,gözüme kestirdiğim her yer bana uzak. Muhabbet kuşlarına konulan basit isimlerin aksine farklı sonları olsun istiyoruz , ölümü yok sayarcasına yaşıyoruz. Oysa ölüm kıştan daha yakın, ölüm bahardan da yakın , ölüm bulunduğun anla yarışıyor. İç kararmasına götüren bu konuyu kesiyorum. Bu yazının yönetmeni ben değil miyim? Kestik!

Yarın doğum günümün 22.tekrarı , 22 yıldır artan mumlarla takvim yapraklarını daha iyi anladığım gün. Bu günü kutlamak için doğdum . Beni kurtarıcak şeyin kendimden başkasının olmadığını öğrendiğimden beri ,iyi ki doğdum diyorum. Düşününce bir çok iyikilerim varmış. Seçemediğim ailem , seçtiğim ailem - arkadaşlarım- . Farkına varmak bulmacayı tamamlayacak son sorunun cevabını bulmak kadar keyifli.Teşekkür konuşmasına girme düşüncem yoktu. Hayattan bahsetmek istedim.
 "Hayat ,ölene kadar hissedilen zevklerden , çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır.İçi ne kadar doldurulursa doldurulsun , yine de hafiftir hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür. Bütün kazançlar bu delikten kayıp gider . " diyor Hakan Günday , aslında bana cümle bırakmıyor tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Acaba bir gün onun gibi olabilir miyim? Bir gün cümlelerimle kitlelerin duygularını anlatabilir miyim? Kurmayı düşünmediği cümlelerle benzetmelerle seni sana anlatabilir miyim? Çok isterim, umarım bir gün. Hayat diyordum hayat , derin bir nefes ,ağlamayla başlayan yıllar süren ,öğreten bezdiren ama o nefesi bir gün bırakmaktan it gibi korkutan. İnsanların en büyük korkuları genelde ölümdür , bir gün biticek olmak . Yine döndüm dolaştım ölüme geldim ama ne yapayım ölümle hayat yapbozun eşleşen parçaları. Ataride tetris oynadığım yılları hatırlıyorum. Tüplü televizyonumuza bağlı atarinin keyifsiz oyunları. Mahallede oynamanın yerini tutmuyordu tusubasa . O şutu ben çekmeyince , "top benim kaleye geçmem" demeyince çıkmıyor keyfi. Adımlarla sayıp koyduğumuz taşın , hayali direk oluşturması , başka mahallelerle yapılan maçlar , balkona kaçan toplar , ses yapmamıza kızan komşu teyzeler, salçalı ekmek, çeşmeye koşmalar sıra beklemeler.. Daha güzeldi şimdiden , şimdikinin aksine gerçekti . Şimdi konsolda Ronaldo'yu yönetiyorsun belki ama o zaman Totti , Ronaldinho olmak vardı. Sırtımdaki Hagi formasının mutluluğunu hangi forma verir ki şimdi. Büyüdük be olum, yaşlandık .Topumuzun kaçtığı dereler kurudu , hayaller buhar oldu . Gerçek , süt kokan ağızlarımıza bi parmak acı biberi çaldı.  Pişmanlıklarım , keşkelerim her şeye rağmen beni oluşturdu. Hayatımdan geçen herkese teşekkür ediyorum elimden bir bu geliyor . Kattıklarınız bu yazıyı yazdırıyor umarım gerçekten yazabildiğim günler gelir. Pastaya üflemeden dileğimi söylediğime göre seremoni tamamlayabilirim. Damarlarıma biraz daha umut koymak istiyorum ama bu keyif verici maddeyi kullanmıyorum.

 Yazabildiğim günlere..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Işıkları En Son Çıkan Kapatsın

İceberg

Geldi 9